Arap-İsrail ilişkilerinde barışa giden yolda stratejik değişim ve İbrahim Anlaşmaları

Ortadoğu'da barış mümkün mü? Yüzyıllardır süren çatışmalar yerini pragmatik yaklaşımlara bırakırken, bölgedeki liderler artık geçmişin ideolojik hesaplarından sıyrılarak yeni stratejik hamlelerle öne çıkıyor. Bu yazıda, Arap-İsrail ilişkilerinin tarihi dönüşümünü inceliyor, İbrahim Anlaşmaları gibi gelişmelerin arkasındaki dinamikleri ve etkilerini ele alıyoruz.

Geçmişin İzleri: Çatışmalar, İdeolojiler ve Pan-Arabizm

Tarih, 1896’da Theodor Herzl’ın “Yahudi Devleti” fikriyle başlayan süreçten, 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar uzanan uzun bir mücadeleyi gözler önüne seriyor. İlk yıllarda, Arap ülkeleri Filistin meselesi etrafında birleşirken; pan-arabist idealler ve milli egemenlik vurgusu, bölgedeki çatışmaların temelini oluşturdu. 1948 Savaşı, 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı, bu gerilimin doruk noktalarını temsil ediyor. O dönemlerde askeri güç ve ideolojik dayanışma, liderlerin en belirgin stratejileri arasında yer aldı.

Yeni Dönem: Ekonomi, Güvenlik ve Jeopolitik Hesaplar

Son yıllarda Arap dünyasında değişen koşullar, eski çatışma yöntemlerinin yerine daha hesaplı ve pragmatik yaklaşımların benimsenmesine neden oldu. İç istikrar, ekonomik kalkınma ve bölgesel güvenlik artık öncelikli gündem maddeleri arasında yer alıyor. İran’ın bölgedeki artan etkisi ve ABD’nin stratejik hamleleri, Arap ülkelerini yeni güvenlik ve ekonomik kaygılar doğrultusunda yeniden yapılandırmaya zorluyor.

Kendi araştırmalarımda, bu evrimin aslında geçmişten kopuşun değil, modern jeopolitik hesaplamaların bir sonucu olduğunu gözlemledim. İsrail üzerinden planlanan altyapı projeleri ve stratejik ittifaklar, Arap liderlerin yeni yaklaşımlarını somutlaştırıyor.

Filistin Meselesi: Gölgede Kalan Bir Dava mı?

Geçmişte Filistin davası, tüm Arap dünyasının ortak mücadelesinin merkezi olmuşken; bugün, pek çok Arap devleti kendi iç sorunları ve dış tehditlerle başa çıkma stratejileri arasında bu meseleyi ikinci plana itiyor. Yerel aktörlerin ve İran destekli güçlerin etkisiyle mesele daha karmaşık bir hal almış durumda. Günümüzde, eski ideolojik bağlılıkların yerini güvenlik ve ekonomik kaygılar alırken, Filistin meselesinin rolü de giderek küçülüyor.

Normalizasyonun Stratejik Temelleri

İbrahim Anlaşmaları, Arap dünyasının İsrail ile barış sürecine yaklaşımında bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Bu anlaşmalar, yalnızca diplomatik bir uzlaşıyı değil; aynı zamanda Arap liderlerin ülke geleceklerine dair stratejik hesaplamalarını da yansıtıyor. ABD’nin bölgedeki askeri ve ekonomik desteği, İran tehdidi ve iç reform çabaları, bu normalizasyon sürecinin arkasındaki temel unsurlar arasında yer alıyor.

Kendi gözlemime göre, medyanın uzun süredir sunduğu tek tip anlatıların ötesinde, bu süreç aslında varoluşsal kaygılardan doğan, somut ekonomik ve güvenlik temelli bir dönüşümün ürünü. Bu durum, eski ideolojilerin yerini pragmatizme bırakmasına zemin hazırlıyor.

Türkiye Bu Yeni Dönemde Nerede Duruyor?

Arap dünyası ile İsrail arasındaki normalleşme süreci, Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğuruyor. Geleneksel olarak Filistin meselesine duyarlılığıyla bilinen Türkiye, son yıllarda bölgesel denge politikalarını gözden geçirerek İsrail ve Arap ülkeleriyle ilişkilerini yeniden şekillendiriyor.

Özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji iş birlikleri, ticaret yollarının yeniden düzenlenmesi ve bölgesel ittifaklar, Türkiye’nin bu süreçten doğrudan etkilendiğini gösteriyor. İbrahim Anlaşmaları sonrasında BAE, Suudi Arabistan ve İsrail’in ortak projeleri, Türkiye'nin bölgedeki ekonomik ve stratejik hamlelerini yeniden değerlendirmesine neden oldu. Ayrıca, Filistin meselesinde nasıl bir politika izleneceği de Ankara için kritik bir konu olmaya devam ediyor.

Bu yeni denklemin Türkiye’ye uzun vadede ekonomik ve diplomatik fırsatlar mı yoksa yeni meydan okumalar mı getireceği, önümüzdeki yıllarda daha net şekillenecek.

Sonuç: Geleceğe Dönük Bakış

Arap liderlerin İsrail ile barış sürecine girmesi, yalnızca iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesiyle sınırlı kalmıyor. Bölgesel jeopolitik dengelerin, ekonomik çıkarların ve güvenlik endişelerinin yeniden yapılandırıldığı bu süreç, Ortadoğu'da uzun vadeli istikrar için umut vadediyor. Elbette, Filistin meselesi hâlâ çözüme kavuşturulması gereken önemli bir konu olarak duruyor; ancak Arap devletlerinin öncelikleri değiştikçe, bu mesele gölgede kalabiliyor.

Sizce bu dönüşüm sürecinde hangi faktörün daha belirleyici olduğunu düşünüyorsunuz? Türkiye’nin bölgesel politikası nasıl şekillenmeli?