Meursault'un kayıtsızlığı ve absürdizmini yansıtan güneşli ortam çizimi.
Albert Camus’nun Yabancı romanı, edebiyat tarihinin en sarsıcı eserlerinden biri. Ana karakter Meursault’un kayıtsızlığı, toplumsal beklentilere meydan okuyan duruşu ve ölümle yüzleşirken sergilediği soğukkanlılık, okuru rahatsız edici bir sorgulamanın içine çeker.

Ama bu sadece bir hikâye mi? Yoksa Meursault’un dünyaya karşı ilgisizliği, bizim de zaman zaman hissettiğimiz bir yabancılığın yansıması mı?

Bu yazıda, Yabancı'nın absürdizmle olan bağını, toplumsal normlara karşı duruşunu ve ölüm karşısındaki kabullenişini inceleyerek, Camus’nun vermek istediği mesajları günümüz perspektifinden değerlendireceğiz.

1. Absürdizm: Anlam Arayışına Karşı Kayıtsızlık

Camus’nun absürdizm felsefesine göre, insan anlam arar, ancak evren buna kayıtsızdır. Meursault da bu kayıtsızlığın vücut bulmuş hâlidir. Çevresindeki insanların beklentilerine karşılık vermez; annesinin cenazesinde ağlamaz, sevgilisinin aşkına duyarsızdır ve kendi ölümünü dahi umursamaz.

“Herkesin bir gün öleceğini bildiğimizde, her şeyin önemsiz olduğunu da biliriz.”

Meursault’un bu tavrı, toplumu rahatsız eder. İnsanlar, duygularını belli kalıplara sığdırmaya alışmıştır. Bir kayıpta yas tutulmalı, bir suç işlendiğinde pişmanlık duyulmalıdır. Oysa Meursault, hiçbirini yapmaz.

Kendi Deneyimim:
Bir yakınımı kaybettiğimde, çevremdeki herkesin yas tutma biçiminin farklı olduğunu fark ettim. Kimisi gözyaşlarına boğuluyor, kimisi suskun kalıyordu. Ben ise uzun süre kaybı tam olarak hissedemedim. Bu, beni duygusuz biri mi yapıyordu? Camus, yasın, suçluluğun ve pişmanlığın toplumsal beklentilerle nasıl şekillendiğini sorgulamamı sağladı.

Ders: Camus’nun absürdizmi, hayatın belirli bir anlamı olmadığı gerçeğini kabul etmeyi önerir. Peki ya biz? Anlam arayışımızı bırakabilir miyiz?

2. Toplumsal Normlar: Duygusuzluk mu, Özgürlük mü?

Toplum, belirli kalıplarla şekillenir. Düğünlerde mutlu, cenazelerde üzgün, başarıda gururlu olmamız beklenir. Meursault’un en büyük "suçu", işlediği cinayetten çok, bu beklentilere uymamasıdır. Mahkemede, annesinin ölümüne verdiği kayıtsız tepki delil olarak kullanılır.

“İnsan, kendisinden bekleneni yapmadığında, bir suçluya dönüşebilir.”

Aslında burada Camus’nun eleştirdiği şey, toplumun birey üzerindeki baskısıdır. Meursault, cinayet işlediği için değil, "uygun yas tutmadığı" için yargılanır. Peki ya biz? Bazen hissetmediğimiz duyguları göstermek zorunda bırakılmıyor muyuz?

Gerçek Hayattan Bir Bağlantı:
Günlük hayatta da benzer durumları yaşıyoruz. Örneğin, iş yerinde mutsuz olsak bile gülümsememiz beklenir. Sosyal ortamlarda belirli bir şekilde davranmazsak "garip" bulunuruz. Camus, bireyin kendisi olmasına izin vermeyen bu sistemin altını çiziyor.

Ders: Toplumsal normlara uymamak, birini "yabancı" yapar mı? Meursault suçlu muydu, yoksa sadece özgür müydü?

3. Ölüm ve Kabulleniş: Meursault’un Aydınlanması

Romanın en etkileyici bölümü, Meursault’un idamını beklerken ölüm gerçeğiyle yüzleştiği anlardır. Sonunda, her şeyin anlamsız olduğunu kabul eder ve bundan bir tür özgürlük doğduğunu fark eder.

“Ölüme hazırdım ve kendimi mutlu hissediyordum.”

Burada Camus’nun varoluşçu düşüncesi devreye girer. Ölüm kaçınılmazsa, hayatın anlamı ne olmalı? Meursault’un ulaştığı nokta, yaşamın mantıklı bir açıklaması olmadığı gerçeğini kabullenmek ve bunu bir huzur kaynağına dönüştürmektir.

Düşündürücü Bir Soru:
Günlük hayatın karmaşasında kaybolup giderken, ölüm gerçeğini düşünmek çoğumuzu korkutur. Ama belki de hayatı gerçekten yaşamanın yolu, ölümü kabullenmekten geçiyordur. Meursault’un hikâyesi, bu düşünceyle yüzleşmemizi sağlıyor.

Sonuç: Hepimiz Birer Yabancı mıyız?

Camus’nun Yabancı'sı, yalnızca Meursault’un hikâyesi değil, aynı zamanda hepimizin zaman zaman hissettiği yabancılık duygusunun bir yansıması. Toplumsal normlara uymamak, farklı hissetmek ya da hayatın anlamını sorgulamak bizi gerçekten "yabancı" yapar mı?

Bu noktada Camus’nun verdiği en büyük ders şu olabilir: Hayatın belirli bir anlamı olmak zorunda değil. Ve belki de en büyük özgürlük, anlam aramaktan vazgeçmekte yatıyor.

Peki siz hiç toplumun beklentilerine uymadığınız için kendinizi bir yabancı gibi hissettiniz mi? Camus’nun absürdizm felsefesi sizde nasıl bir yankı uyandırıyor?